Fiyat ve kalite en büyük pazarımız olan Avrupa için artık belirleyici olmaktan çıkmaktadır. Uluslararası ticarette, geçmiş yüz yılın vizyonunu taşıyanların değil, “Sürdürebilirlik” ve “Etik standartlara” uyan, hukukun her türlü şekline uyum sağlamış ihracatçılarımızın göz bebeği olduğu yeni bir dönem başlamaktadır.
2022 yılı çalkantılı haberlerin ortaya çıktığı, birçok ticari ve hukuki riskle uğraşmak zorunda kaldığımız bir yıl oldu. Özellikle, COVID-19 pandemisi, kırılgan jeopolitik ve ekonomik şartlar, iş gücü kısıtlamaları ve grevler, limanlardaki sıkışıklıklar, konteyner teminindeki sınırlamalar, olağan üstü navun/taşıma masrafları, Ukrayna’da devam eden savaş, yayılan enflasyon ve hammadde arzının kısıtlanması, enerji azlığı, çip krizi en başta gelen sorunlardır. Doğal kaynaklara karşı artan talep uluslararası ticareti olumsuz etkiledi, tedarik zincirlerini çökertti ve bizi devam eden sorunlar yığını ile 2023’e doğru taşıdı.
Bu süreçte hukukçu bakış açısı ile yaşadığımız ve 2023’te yaşayacağımız bazı vakaları siz değerli okuyucularım için aşağıda listelemeye çalıştım:
Öncelikle, Brexit’in yeni bir korumacı rejime evrilmesi Birleşik Krallıkla ticareti olumsuz manada değiştirmiştir. “Customs Handling of Import and Export Freight (CHIEF)” sistemi ve “Customs Declaration Service ( CDS)” sistemi bu ülke yapılan ticaretin doğasını değiştirdi. Bu süreçle birlikte yeni sistemler ve usullerle tanışan ihracatçılarımız, İngiliz gümrüklerindeki gecikmeler ve süreçler dolayısı ile beklenmeyen ardiye, demuraj, iade gibi lojistik kaynaklı hukuki meselelerle karşı karşıya kaldılar. Ne yazık ki ihracatçılar, bu haksız maliyetlerin birçoğunu ödediler. Çünkü ihracatçımız uluslararası ticaret hukukunun kendilerine bahşettiği hakları bilmemekteler ve sadece mallarının taşınması bir lütuf olarak görüp özellikle yabancı taşıyanların taleplerini şartsız kabul etmektediler. Halbuki bu taleplerin bir çoğunun haksız olduğu, bu gecikmelerden ithalatçıların sorumlu olduğu durumların büyük ağırlık taşıdığı da bir gerçektir.
İkinci olarak, politik gerginliklerin bir sonucu olarak yaptırımlar ve devlet müdahalelerin etkisiyle mücadele ettiğimiz bir yıl geçirdik. Rusya, İran ve Çin’in, Amerikan-Batılı finansal sistem kullanılarak uygulanan ticari yaptırımlar sebebiyle zorlandığı bir dönem yaşadık.
KAZANÇLI MI YOKSA ZARARDA MIYIZ?
Türkiye olarak bu süreçten kazançlı mı yoksa zararlı mı çıktığımız konusunda bir değerlendirme yapmak için henüz erken. Ama şöyle bir gerçek var: Kıymetli maden, gemi inşa, liman işletmeleri, taşıma, enerji, metaller, teknoloji, petrol ve petrol ürünleri, otomotiv ürünleri, üretim yazılımları mal ve hizmetleri tedarik eden sektörlerin ambargo kapsamına alındı. Ambargo kapsamında olmayan gıda, ilaç, medikal ve tarımsal ürünlerde ise özellikle yaptırıma tabi kişiler ile bağlantılı acente, broker, şirket aracı gibi ticari aktörler ile iş yapılmasının veya Batılı finansal sisteminin kullanılmasının da yaptırımın sonuçlarından etkilenebileceği bir dönemden geçiyoruz.
Bu bağlamda ülkemizdeki finansal kuruluşların (Bankalar, Sigorta Şirketleri, Faktoring Şirketleri, Menkul Kıymetler Aracıları, Yatırım Şirketleri/Fonları) ABD pazarı ve finansal kuruluşlarıyla olan ilişkileri gereği yaptırımlarla ilgili olarak çok dikkatli ve titiz davrandıklarına tanık oldum. Takip ettikleri işlemlerde yaptırıma tabi kişi veya şirketlerle ilgili olarak en ufak bir iz, ibare, isim, imza görmek istemediklerini, bu tür işlemleri yapmaktan veya dahil olmaktan kaçındıklarını, bu kaçınmanın zaman zaman yaptırımlardan ve sonuçlarından daha ileri gittiğini üzülerek tespit etttim. Bu şartlar altında nasıl ticaret yapacağız sorusuna cevabım şudur: “Due Diligence is a key“. Yani yaptırıma tabi ülke vatandaşları ve şirketleriyle her ticari faaliyetimizde, doğru soruları yönelttiğimizi, doğru dokümantasyon yapıldığını, herhangi bir olumsuzluk halinde bu duruma bilerek ve isteyerek düşülmediğini, kurallara uyum konusunda çabalandığını gerektiğinde kanıtlarıyla birlikte göstermeliyiz.
ABD’Lİ PAMUK İHRACATÇISININ OYUNU
Üçüncü olarak, bu yıl pamuk ithalatçımızın başına gelen, uğraşmak zorunda kaldığımız ve hepimiz için ibretlik bir konudan söz etmek istiyorum. Genel olarak ülkemiz üretim/tekstil sektörünün kullandığı pamuk yüzde 50 oranında ithalata bağımlıdır. Bu ithalatın yaklaşık 3 milyar dolarlık kısmı da ABD’den karşılanmaktadır. Ancak 2022 yılı içinde ülkemizin ithalatçılarıyla ABD’li satıcılar arasında bir ‘Sözleşme krizi’ yaşandı. Temin ettiğim bilgilere göre, “ABD’li üreticiler, siparişlere yetişemeyen Türk iplikçilerle 9 ay (Nisan 2022) önce sözleşme yaparak 3 dolardan pamuk satmıştır. Ancak ‘olmayan pamuğu’ sattıkları sonradan anlaşılmış. ‘Açığa satış’ yaptıkları için operasyonel ve lojistik sıkıntıları gerekçe göstererek malları göndermemişler. 9 ay boyunca ithalatçıları sürekli oyalayan ABD’li üreticiler, şu anda fiyat 1.5 dolara kadar gerilemesine rağmen kontrat şartlarını suiistimal edip 3 dolarlık fiyatı dayatmaktırlar.”
Bu sıkıntının ülkemize maliyeti 550 milyon dolar olarak ifade edilmekte ve her zaman olduğu gibi devletten yardım istenmektedir. İddialara göre ticari ilişkilerde Liverpool merkezli “The International Cotton Association (ICA)” matbu sözleşmesi kullanılmıştır. Bu sözleşmeler ithalatçıların beyanına göre “tek taraflı satın almak yükümlülüğü oluşturan ilişkiler” olarak belirtilmiş ve bu sözleşmelere tabi satışlarda “tek taraflı öyle bir 8-9 ay geçse de malı almak zorunda olduğu iddia ediliyor”.
SÖZLEŞMELERE ÇOK DİKKAT ETMELİ
Ancak ben sözleşmeleri ayrıntılı inceledim. Bu dökümanların kamuya açık, sürekli güncellenen dökümanlar olduğunu ve süreçlerin bu şekilde olmadığını üzülerek tespit ettim. Sonuç olarak, verdiğim onlarca eğitimde, katıldığım yüzlerce toplantıda gördüm ki bizim ihracatçılarımızın sözleşmelere hele hele uluslararası satış sözleşmelerine bakışı “zaman kaybı, etkisiz, formalite, gereksiz” düşüncelerinden öteye geçememektedir. Bu yüzden ya ticaretin karşı tarafı kendilerine dayatırsa imzalamakta, mümkün ise hiçbir şey imzalamamaktadırlar. Hatta hiçbir şey imzalamayı bir marifet olarak gören bununla övünen birçok ihracatçımızla karşılaştım. Ne yazık ki bu maharet ve marifetleri kendi değerlerini düşürmeleri bir yana ülkemizin değerli kaynaklarını yurtdışına neredeyse karşılıksız hatta üstüne para vererek transfer edilmesine vesile olmaktadırlar.
Kendini mızrağın ucu sayan çok az sayıdaki değerli üstadlarım ve kıymetli meslektaşlarıma müdahale şansı verilen çok küçük bir kısım işlemde bu tür istenmeyen durumları engellemektedir. Bu açıdan, karşı tarafın yolladığı sözleşmeyi incelemeyip gözü kapalı imzalayan, “proforma faturayı” ihracatın kalbi sanan, ülkemizde esip gürleyip ticaretin karşı tarafın haksız eylemlerine süküt eden, yapılan anlaşma kağıda döküldüğünde anlaşma bozluyor diyen işadamlarımıza daha sağlıklı ihracat için biraz daha çaba harcamalarını öneriyorum.
ETİK DEĞERLER VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK DÖNEMİ
Dördüncü olarak, Uluslararası ticaret, COVID pandemisi sonrasında gelişen (bence devam ediyor), jeopolitik risklerin baskısı altında, tedarik zincirlerinin yönetimine “Etik değerler” ve “Sürdürülebilirliğe” hukuki düzenleyici ortam oluşturmuştur.
Örneğin, Birleşik Krallık’ta bulunan perakendeciler son 12 ay içinde 7.1 milyar sterlinlik sözleşmeyi etik ve sürdürülebilirlik standartlarına uyum yapılmadığı için iptal etmişlerdir.
Ek olarak, pandemi çevre standartlarına, sürdürülebilirliğe ve yönetişime artan oranda bir önem veren yeni uluslararası ticaret anlayışını beraberinde getirip ticari faaliyetin önceliklerini değiştirmiştir. 300 perakende yöneticisi üzerinde yapılan çalışmaya göre yüzde 51 oranında katılımcı “sürdürülebilirliğin” geçmiş 2 yıla göre çok daha önemli olduğunu düşünürken, yüzde 49 oranında katılımcı “etik standartların” da çok daha önemli olduğunu düşünmektedir.
Aynı çalışma, tedarikçiler açısından sözleşme iptallerinin sebeplerini incelemiş, aşağıdaki rakamları bulmuştur:
Yüzde 39 sürdürülebilir olmayan materyalin kullanılması.
Yüzde 37 adil olmayan çalışma şartları.
Yüzde 32 etik ve sürdürülebilir standartları izleyen taraflara üyeliğin olmaması.
Bu açıklamalarımız ışığında, Birleşik Krallık’da “UK Modern Slavery Act”, Fransa “The French Duty of Vigilance Law” and Almanya’da “Germany Act on Corporate Due Dilligence Obligations in Supply Chains” uluslararası tedarik zincirlerinin insanı ve çevresel etik standartları karşılanmasını zorunluluk haline getiren kanunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
ALMAN TEDARİK ZİNCİRİ KANUNU YÜRÜRLÜKTE
Örneğin “Alman Tedarik Zinciri Kanunu” 1 Ocak 2023 itibari ile yürürlüğe girmiştir. En büyük ticaret partnerimiz olan Almanya bu kanunla;
- Çocuk işçiliğin yasaklanması,
- Zorla çalıştırmanın ve insan ticaretinin yasaklanması,
- Ayrımcılığın yasaklanması,
- Yetersiz ücretle çalıştırmanın yasaklanması,
- İşkencenin yasaklanması,
- Civa içerikli ürünlerin üretiminin yasaklanması,
- Bazı zararlı maddelerin ihraç/ithalatının yasaklanmasını amaçlamaktadır.
Bu amaca erişmek için firmaların, sorumluluklarını tanımlanmasını, insan haklarıyla ilgili iç politikaların oluşturulmasını ve raporlamanın yapılması gibi risk yönetim sistemi kurmasını öngörmektedir. Yasanın ihlal edildiği takdirde ağır mali cezalarla birlikte kamu ihalelerinden yasaklanma gibi önlemler tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, fiyat ve kalite en büyük pazarımız olan Avrupa için artık belirleyici olmaktan çıkmaktadır. Uluslararası ticarette, geçmiş yüz yılın vizyonunu taşıyanların değil, “Sürdürebilirlik” ve “Etik standartlara” uyan, hukukun her türlü şekline uyum sağlamış ihracatçılarımızın göz bebeği olduğu yeni bir dönem başlamaktadır. Diğer bir ifade ile güvene, istikrara ve yatırıma çok ihtiyacımız olan bu günlerde Türkiye’nin yeni hikayesinin uluslararası ticaret hukukuna uyum sağlamış, sürdürülebilirlik ve etik standartlara dayanmış ticaret insanlarınca oluşturulacağını düşünüyorum.
Eğitimlerimiz ile ilgili merak ettikleriniz ve özel eğitim talepleriniz hakkında daha detaylı bilgiler almak için bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin.