Dünyamız bir dönemecin eşiğinde… Son yıllarda, aşırı yoksulluk, göç, şiddet, çatışma, kirlilik, iklim değişikliği, doğal felaketler, ekonomik krizler, sosyal eşitsizlikler ve salgınlardan kaynaklanan insanlık dramları ile karşı karşıyayız.
Bu dönemecin belki de tek olumlu çıktısı; ulusal ve global kamuoyunda oluşan farkındalık… Bu farkındalık o kadar etkili ki; uluslararası ticarete konu olan ürünlerin tedariğinde, bir tarafın iradesini yok sayan, çevre ve insan dramlarının yaşanmasına sebebiyet veren dayatmacı ilişkiler üzerine kurulu bir ekosistemin rededilmesine sebebiyet veriyor. Dahası bu farkındalıkla, piyasa oyuncuları ve müşterilerin sürdürülebilir teknoloji içeren ürünlere talepleri artmış ve devletler nezdinde yapılan regülasyonlar ile konu hukuki bir düzleme taşınmıştır. Bu düzenlemelerden bazıları aşağıda yer almaktadır:
* Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni ortaya koymuştur. Bu 17 Hedef temel olarak “kimseyi arkada bırakmadan kollektif ilerlemeyi” amaçlamaktadır.
* Avrupa Yeşil Mutabakatı ise; uluslarüstü bir inisiyatif olarak üye ülkelerin uymak zorunda oldukları özellikle karbon emisyonun azaltılmasına ve tedarik sözleşmelerine yönelik sosyal hassasiyeti önceleyen politika ve kural setleri ile karşımıza çıkmıştır.
* Üçüncü olarak iş dünyası temsilcileri de bu eğilime; kendi kendilerine sözler vererek ve düzenlemeler yaparak dahil olmaya başladılar. Şirketler, Davranış Kuralları (Code of Conduct), Çevre, Sosyal ve Yönetişim Anlayışı (ESG) (Environmental, Social and Governance), Kurumsal Sosyal Sorumluluk (Corporate Social Responsibility) ve İş Ahlakı (Business Ethics) gibi yaklaşımları ile bu global eğilime uyumun sağlanması ve izlenmesi yönünde bütüncül ve toplumcu kurallar ortaya koymaya devam ediyorlar.
Ancak sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşırken global tedarik zincirlerinin korunması da oldukça önemlidir. Bu nedenle yeni teknolojiler ile donatılmış çevreci ürünlere, ekipmanlara ve makinelere sahip olmak ama bir yandan da fikri mülkiyet haklarını da korumak için, satış ve uzun dönemli tedarik sözleşmelerinin, yatırım anlaşmalarının, inşaat sözleşmelerinin, araştırma ve geliştirme sözleşmelerinin, lisans, işletme ve bakım anlaşmalarının ve taşıma sözleşmelerinin yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
Ancak, bu denli çabaya ve konunun önemine rağmen, Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, sözleşmeler hukukuna yönelik doğrudan bir referans vermemektedir. (Sadece Hedef 2b; dünya tarım piyasası üzerinde kısıtlamaların engelenmesi ile zorla çalıştırma, modern kölelik, insan ticaretinin önlenmesi yönünde hedefler içermektedir.) Bu bağlamda sözleşmeler hukukunda net/açık/ kapsayıcı bir uluslarüstü yükümlülük bulunmamaktadır.
Sözleşme hazırlama konusunda yukarıdaki konuyla ile ilişkili global bir hukuk nosyonu yaratma çabaları olsa da, sözleşmeler hukukuna ilişkin mevcut hukuk kuralları yeni dünyanın gerçekleri ile uyumlu değiller.
Örneğin, uluslararası satım hukuku konusunda 1980 tarihli “Uluslararası Mal Satışlarına Yönelik Birleşmiş Milletler Konvansiyonu” (United Nation Convention on International Sale of Goods-CISG) haricinde bağlayıcı çok taraflı bir hukuki belge/konvansiyon bulunmamaktadır. Bu konvansiyon da 1980 yılında imzalanmıştır, sürdürülebilirliğe yönelik olarak hiçbir referans da içermemektedir. Diğer bir belge de 2016 tarihli “Uluslararası Ticari Sözleşmeler İçin Unidroit İlkeleri”dir. Bunlara benzer oluşturulan model kanunlar ve konvansiyonlar çok önemli yorum ve bilgi kaynakları olmalarına rağmen sadece “yumuşak hukuk (soft law)” olarak kullanabileceğimiz enstrumanlar şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Artık ticari faaliyetlerde, global tedarik zinciri ilişkilerinin sürdürülebilir boyut kazanması, tedarik zinciri partnerlerini baskı altına almaya başlamıştır. Özellikle insan hakları, çevre ve çalışma şartları global aktörler için bir kurumsal iletişim ve itibar meseleleri olmaktan öte, ulusal yapılan regülasyonlar ile; mahkemeler önünde bu konularla ilgili olarak gerek şirketlerin tüzel kişiliklerinin gerekse şirketlerin yöneticilerinin kişisel olarak yargılanma riski ortaya çıkmıştır. Bu nedenle birçok global şirket, tedarikçileri ile yaptıkları sözleşmelerine ESG ve sürdürülebilirlik klozları yerleştirerek insan hakları, işçi hakları, yolsuzlukla mücadele ve çevreyi korumayı amaçlamaktadır.
Ancak bu gibi durumlarda da iki sıkıntılı senaryo ortaya çıkmaktadır:
Sıkıntı 1: “Sözleşmelerde sürdürülebilirlik –ESG klozu var”
Bu sürdürülebilirlik klozlarının içeriği aşağıdaki hususları kapsamaktadır:
* Temel yükümlülük,
* En İyi Çabayı Gösterme taahhütü,
* Belli bir indekse kabul edilme veya belli bir serfikasyona tabi olma,
* Performans hedeflerinin tespit edilmesi ve ölçülebilir hedefler koyma,
* Ödül/Ceza mantığı ile yaklaşımlar belirleme,
* Uyumun izlenmesine ilişkin yükümlülükler,
* İhlal halınde eski hale getirme/giderme/ihlalin durmasını sağlama ve
* Sözleşmenin feshi
Ancak yukarıda belirtiğim gibi bu konu ile ilgili olarak uluslararası bağlayıcı bir hukuki düzenleme olmadığı için; bu yükümlülüklerin hukuki altyapısı da net değildir. Yükümlülüğün ihlali durumunda uygulanacak yaptırımlar belirsizlikler içermektedir.
Sıkıntı 2: “Sözleşmede sürdülebilirlik-ESG klozu yok. Bu durumda uluslararası hukuk bağlamında insan hakları, çalışma şartları ve çevreye korumaya yönelik bir temellendirme yapılabilir mi?”
Bu konuda çeşitli teoriler ve yaklaşımlar mevcuttur:
* Yukarıda bahsettiğim üzere, şirketlerin Davranış Kurallarına sözleşmelerde doğrudan referans verilmesi ve bunu özel maddeler ile sözleşmelerinin ayrılmaz parçası haline getirmeleri ile bu kurallara uyum garanti altına alınmaktadır. Ancak bu konuda henüz bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte devletler bu konuda çalışmalara başlamıştır. Örneğin; “The EU Directive on Corporate Sustainability Due Diligence” Madde 7(2); ticaret partnerlerinin şirketlerin davranış kurallarına uyması için sözleşmesel garantiler alınmasını düzenlemiştir.
* İkinci bir yaklaşım; zorunlu kuralların uygulanmasıdır.“Zorunlu kurallar (mandatory rules)” sözleşmelere uygulanacak olan hukukun, kamu düzenine ilişkin olarak çıkarılan kurallar üzerinden taraflar arasındaki sözleşmeye doğrudan uygulanmasıdır. Örneğin, gümrük kuralları, döviz kontroline ilişkin kurallar, ceza hukukuna ve vergi hukukuna, çevre hukukuna ilişkin kurallar. Bu kapsamında sürdürülebilirliğe ilişkin yapılacak yasal düzenlemelerin de, sözleşmeye uygulanacak hukukun zorunlu kuralı olarak kabul edilmesi durumunda; o ülkedeki kurallara tarafların uyumu bir yükümlülük haline gelecektir.
* Yukarıda bahsettiğim gibi global ticaretin gündemi sürdürebilirlik konusunda meşgul hale gelmiştir. Bu konu ile ilgili olarak sektör standartları, sertifikasyon sistemleri, genel olarak kabul edilmiş, iyiniyet ve adil ticaret kapsamında kurallar kendini göstermeye başlamıştır. Bu bağlamda sürdürülebilirliğe ilişkin yükümlülükler “trade usage (ticari örf ve adet)” olarak kabul edilerek sözleşmede yer almasa bile kendiğinden tarafların yükümlülüğü olması gerektiğine yönelik düşünceler de bulunmaktadır.
Son olarak, özellikle vurgulamak istediğim bir konu var: Uluslararası ticarette sık olarak gördüğüm; ticaret ortaklarının aralarında imzaladıkları gizlilik ve ifşa edilmeme anlaşmalarında birçok durum ticari sır olarak kabul edilmekte ve açıklanması bazı sözleşme maddeleri ile ilgili olarak yaptırımlara bağlanmaktadır. İnsan hakları, işçi hakları ve çevreye yönelik ortaya çıkan durumların bu yükümlülükler ile bağlantısı hala tartışma konusudur.
Tavsiyelerim:
* Sözleşmelerin yeniden gözden geçirilerek sürdürülebilir kalkınmaya uygun olarak tarafların eşitçe hakkını koruyan unsurlar içermesi beklenmektedir. Diğer bir ifade ile sözleşme özgürlüğünün özünü zedeleyecek şekilde dengesiz ilişkilere sebebiyet vermeden adil ticari ilişkilerin kurulması önemlidir.
* Ticari ilişkiler düzenlenirken, taraflar arasındaki ilişkilerde cinisiyet eşitliği ve kadın varlığına yönelik güçlü angajmanlara yer verilmelidir.
* Gelişmekte olan ülkelerin de, sürdürebilir kalkınma amaçları ile ihtiyaç duydukları ekipmanları (tarım, maden inşaat yapım) daha uygun fiyatlar ve özelleştirilmiş kredi programları ile temin edebilecekleri unutulmamalıdır.
* Gelecek, topluma yayılmış, sürdürülebilir üretimin anahtarı ve yeni hikayesi olacak Bu bağlamda ülkemizdeki kooperatifçiliğin yeniden yapılanması ve modern tekniklerle üretim ve dış ticaret yapmaları için uluslararası kabul edilebilir standartlarda yönetişim kapasitesine ulaştırılması gerekmektedir.
Eğitimlerimiz ile ilgili merak ettikleriniz ve özel eğitim talepleriniz hakkında daha detaylı bilgiler almak için bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin.