Bu yazımda, ülkemiz ihracatçıları için adeta kangren olmuş bir hususu sizlerin dikkatine özel olarak sunmak istiyorum.
İhracatımızın çok büyük ölçüde kısmının “mal mukabili” (Bu havalı isme lütfen aldanmayın; aslında “veresiye” anlamındadır) yapıldığı üzülerek gözlenmektedir.
Öncelikle sözü eğip bükmeden baştan bu durum ne anlam ifade ettiğini açıkça ve özetle şu şekilde ortaya koyalım: Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan 80 milyon insanın ürettiği kaynakların ve değerlerin alıcının insafına bırakılarak veresiye şekilde dünyanın dört bir yanına gönderilmesi!
Bu acı ve ama gerçek ifadeyi neye dayandırdığımı haklı olarak soracaksınız.
Okuma şerefine eriştiğim, Muhammet Fatih KARAKAYA’nın “Dış Ticarette Ödeme Şekilleri ve Dış Ticaret Alanında Faaliyette Bulunan Firmaların Ödeme Tercihleri: Kocaeli Örneği” başlıklı yüksek lisana tezinden aldığım şemayı ve yazarın tespitlerini aşağıda bilginize sunuyorum:
“Buna göre TÜİK tarafından açıklanan Ödeme Şekillerine Göre Dış Ticaret başlıklı rapordan hareket edilerek oluşturulmuş olan Çizelge 4.7, Türkiye’nin ihracatında son üç yılda kullanılan ödeme yöntemlerini göstermektedir. 2019-2021 yılında gerçekleştirilen ihracat işlemlerinde tahsilat gerçekleştirilirken mal mukabili ödeme şeklinin birinci sırada geldiği görülmektedir. İhracat tahsilatının 2021 yılında %66,2’si, 2020 yılında %66,5’i ve nihayet 2019 yılında %66,1’i mal mukabili ödeme ile gerçekleşmiştir. Bu ödeme şeklinde ithalatçı mal bedelini, ürünü teslim aldıktan sonra ihracatçıya ödemekte başka bir deyişle ithalatçıya, ihracatçı tarafından bir nevi kredi açılmaktadır. Özü itibariyle ithalatçıyı korumaya yönelik bir işleyiş mekanizmasına sahip olan ve Türkiye’nin ihracat işlemlerinde ortalama olarak %66’lık bir paya sahip olan bu ödeme şekli, Türk ihracatçılarla müşterileri arasında bir güven ilişkisinin tesis edilemediği hallerde son derece riskli bir ödeme yöntemidir. Türkiye’nin ihracat tahsilatında mal mukabili ödeme şeklinden sonra sırasıyla en fazla peşin ödeme, vesaik mukabili ödeme ve akreditif gelmektedir. Mal mukabili ödeme şekline benzer biçimde vesaik mukabili ödeme şekli de ihracat işlemleri açısından oldukça risklidir. Çizelgeden anlaşılacağı üzere söz konusu dört ödeme şekli dışında kalan diğer ödeme şekilleri ihracat işlemleri içerisinde sahip olduğu pay son derece düşüktür.”
Ayrıca, yazarın bu tespitlerine ilave olarak, Türkiye İle Güney Kore’yi karşılaştıran aşağıdaki tabloyu da dikkatinize sunmak istiyorum. Bu tablo uyarınca, 2019 yılı itibari ile Güney Kore ihracatlarının %60’ını peşin olarak yaparken, hiç mal mukabili ürün satımı yapmamaktadır. Türkiye’de ise bu durum neredeyse tam tersidir; %66 gibi bir oranda mal mukabili yapıldığını önceki tabloda görmüştük. Bu örnek, ülkemizden yapılan kaynak transferini açıkça ortaya koymaktadır.
Geçtiğimiz yıllar boyunca ihracatımızın %66’lık kısmının mal mukabili yapılmış olması, bu ihracatlar yüzünden zamanında ya da hiç ödeme alınmaması, ithalatçının “‘malda hata var”’ iddialarıyla haksız olarak mal bedelinde indirimlere gidilmesi ya da ithalat işlemlerinin yapılmaması veya geciktirilmesi gibi olumsuz durumlarla karşılaşan ihracatçılarımızın zaman zaman iflasına bile sebep olmuştur.
2018 yılından beri uygulanmakta olan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ (İhracat Bedelleri Hakkında) (Tebliğ No: 2018-32/48) kapsamında Türkiye’de yerleşik kişiler tarafından gerçekleştirilen ihracat işlemlerine ait bedellerin, fiili ihraç tarihinden itibaren 180 gün içinde yurda getirilmesi yükümlülüğü dikkate alındığında, cezai soruşturmalarla karşılaşma ihtimalleri de yükselmektedir1.
Özetle, ihracatçılarımız yurtdışına sattıkları ürünlerin bedelini tahsil konusunda büyük sıkıntılar çekmektedir ve bu işlemlerin şirketlerin bilançolarında korkunç yükler oluşturduğu gerçeği değişmemektedir.
Aslında bu tablo genel olarak uluslararası ticaretin artık küresel hale gelen bir hastalığını de gözler önüne sermektedir. Özellikle internetin ve bilgi teknolojilerinin gelişmesi sonucu sanal fuarlar, pazar yerleri, e-posta, whatapp, wechat gibi iletişim uygulamalarının gelişmesiyle uluslararası ticari ilişkiler hızlı şekilde kurulmakta, işlemeye başlamaktadır. Ancak herhangi bir olumsuzluk veya ihtilaf çıktığında artık tarih olmuş, eskimiş, unutulmuş önceki yüzyıla ait hukuki kurum ve usullere başvurularak tahsilat yapılıp, uyuşmazlık çözülmeye çalışılmaktadır.
1 Söz konusu Tebliğ kapsamında bedellerin yurda geri getirilme oranlarıyla ilgili herhangi bir istatistiksel bir veriye ulaşamadım. Zaten türlü türlü istisna ve muafiyetleri de dikkate aldığımızda ülkemizdeki ihracatlarının ne kadarlık kısmının bu karar kapsamına tabi olduğuna ilişkin bir hesaba da erişemedim. Bu oranları bilen ya da bu verilere erişebilenler varsa bana bir şekilde iletirse çok bahtiyar olacağım.
Sonuç olarak, mal mukabili satışlar sebebiyle “vadesi geçmiş” ve “donuk” alacaları beklemek zorunda olan ihracatçılarımız sabır sınavından geçmekte, ödemeler geciktikçe sinir bozucu bir şekilde günlük nakit akış planlarını revize etmekte, hiç ödeme almama durumlarında ise, özellikle emtia ve döviz fiyatlarının sürekli hızla değiştiği günümüzde, firmalarının finansal sağlının gözleri önünde bozulmasına seyirci kalmaktadırlar. İşin daha da üzücü tarafı bu duruma düşmüş ihracatçılarımızın çoğu, uluslararası anlaşmalar sebebi ile oluşmuş haklarını kullanmak için alanında uzman hukuk müşavirlerine zamanında danışmak yerine, kendilerine hayal ve umut pazarlayan organizasyon ve online platformlara güvenip nafile çırpınışlar yapmalarıdır.
Alacakların tahsili için yapılacak en doğru ve net çözüm hukukçulara başvurulmasıdır. Yabancı bir ülkede, tanımadığı bir hukuk sisteminde borçluyu takip etmek haliyle öncelikle yabancı dil gerektirmektedir. Ayrıca, bilgi edinme için doğru makam ve kamu otoritelerine ulaşılıyor olmalı ve o ülkeye münhasır ulusal hukukunun da araştırılması gerekmektedir. Yabancı ülkelerde “hukuk danışmanlık ve avukatlık hizmetine” erşimin ücretlendirmesi ülkemizdeki gibi tabiri caizse “Üç kuruşa” veya “Kazanırsan içinden alırsın, avukat!” gibi iş modellerine (!) göre yapılmamaktadır. Bu durum, uluslararası alacak davalarını ulusal alacak davalarından daha zahmetli kılmaktadır. Ülkemizde bu işlemleri takip edebilecek hukuki bilgi ve deneyime sahip meslektaşlarımız ne yazık ki çok nadir bulunmaktadır. Öte yandan, ne kadar nadir bulunursa bulunsun kimi hukuki işlemlerin ülkemizden halen daha eski usuller kullanılarak yapılması ve başarı ile sonuçlanması da mümkündür. İhracatçılarımızın uluslararası ticaret hukukunun kendilerine sunduğu imkanları kullanarak haklarını aramaları ve bu tür çalışmalar yapan meslektaşlarımıza başvurmaları gerekmektedir.
Bu tür bir hukuki destekten ne kadar sık faydalanırlarsa uluslararası pazarlarda kendilerine olan güvenleri artacak ve olumsuz eylem ve işlemlerle karşılaşma riskleri azalacaktır.
Uluslararası alacak takibi, işin hukuki boyutu. Pekala diğer boyutu nedir?
Bu tür alacaklar şirketlerin bilançolarında sorunlu varlıklar olarak görülüp “Şüpheli Ticari Alacaklar Hesabı” içerisinde raporlanmakta ve hatta üzerinden karşılık hesaplanarak şüpheli hale düştüğü dönemde gelir tablosuna olumsuz şekilde yansıtılmak durumundadır. Doğru şekilde açılmış yasal bir takip yoksa vergi mevzuatımız gereği tahsil edilmemiş olmasına rağmen söz konusu alacakların üzerindeki vergi yükü de aynen devam etmektedir.
Sorunlu olacakların tahsili için yapılacak doğru çabalar, kredi piyasaları ve yasal otoritelerce yapılan bilanço incelemelerinde firmanın alacaklarına yaklaşımının profesyonelce olduğunu ve yönetimin şirket varlıklarını koruma amacına taşıyan yerinde aksiyonlar aldığını gösterdiğinden, firmanın ihtiyaç duyduğu finansal ürünlere ulaşması yanında gereksiz vergi yükünden kaçınmasını da sağlayacaktır.
Sonuç ve tavsiyeler:
Ülkemizde ağırlıklı olarak seçilen ihracat usulünün “mal mukabili” olduğu dikkate alındığında ve alacak tahsilinin de zorlukları düşünüldüğünde, ihracatçılarımızın korkunç riskler aldığı aşikardır. Tüm dünyada yaşanan günümüz küresel enflasyonist ortamında tek bir alacağın bile tahsil edilmemesi ihracatçılarımızın iş yapma kapasitesi ile nakit akışını darmaduman edip finansmana erişim imkanlarını durdurabilir. Bu tür alacakları tahsil etmek, uluslararası boyutlarından ötürü, haliyle yurtiçi alacakların tahsilinden daha zodur. Söz konusu riskleri bertaraf etmek için öncelikle satış sözleşmelerini mutlaka hukukçular vasıtasıyla hazırlamanız ve güvenli ödeme yöntemleriyle çalışmanız gerekmektedir. Şayet alacağınız ödenmediği takdirde tahsil edilmesi için baştan bir strateji oluşturmak, finansal kayıtlara en az etkisi olacak şekilde etkin ve sonuç odaklı hukuki aksiyonlar almak gerekmektedir. Aksi takdirde, özellikle ekonomik aktivitelerin ağırlıklı kredi ve dış finansmanla döndüğü bugünlerde sıkıntılar çok daha ağır yaşanacaktır.
“Veresiye İhracat Yapılır!” isimli makalemiz ile ilgili bizlerle iletişime geçmekten lütfen çekinmeyiniz.